Ali Suavi (1839-1878) Ali Suavi, 1839 ile 1878 yılları arasında yaşamış olan Osmanlı düşünürü ve yazarıdır. Sanatçının eğitime ne zaman, nerede ve nasıl başladığı kesin olarak bilinmemekle beraber Ulûm gazetesinde bir kısmı yayımlanan “Yeni Osmanlılar Tarihi” adlı anılarında verdiği bilgilere göre Davut Paşa Lisesi’ni bitirdikten sonra Babıâli’de kaleme girdi ve burada iki üç yıl kadar kâtip olarak çalıştı. Bu sırada cami derslerine de devam etti. Muhtemelen Sami Paşa’nın Maarif nazırlığı sırasında açılan bir imtihanı kazanarak Bursa Lisesi’ne öğretmen oldu. Daha sonra başka okullarda da öğretmenlik yapan sanatçı, Şehzadebaşı Camii’nde vaazlar vermeye başladı. Henüz Muhbir gazetesinde yazı yazmaya başlamadan önce dinî ilimlerdeki bilgisiyle dikkati çeken Ali Suâvi aynı zamanda kuvvetli bir hatipti ve kendisini dinleyenleri kolayca tesir altına alabiliyordu. Adı ve şöhreti kısa zamanda bütün şehirde duyuldu. Yine kendi ifadesine göre bu vaazlara ara sıra Sadrazam Fuat Paşa bile geliyordu. Daha sonraki dönemlerde bir teklifle Muhbir gazetesinde yazmaya başladı. Burada yazdığı siyasi içerikli yazılardan dolayı gazete bir ay süreyle kapatıldı. Bu gazetede yazan Namık Kemal Erzurum valiliğine, Ziya Paşa Kıbrıs mutasarrıflığına tayin edilirken Ali Suâvi de Kastamonu’ya sürüldü. Daha sonra buradaki sürgünden önce İstanbul’a sonra da Avrupa’ya kaçmış, daha sonraları Abdülhamit’in izni ile İstanbul’a dönmüştür. Edebî Yaşamı Tanzimat Fermanı sonrası yazar ve fikir adamlarının büyük bir kısmı kültürlü ve zengin ailelerden geldikleri halde Ali Suâvi halk tabakasından çıkmış ve kendini yetiştirmek suretiyle edebiyat ve kültür çevrelerinde yer almıştır. Klasik bir medrese tahsili ve düzenli bir eğitim görmeyen Ali Suâvi, felsefeden filolojiye, tarihten coğrafyaya, edebiyattan politikaya, sosyolojiden iktisada ve dinî ilimlere kadar birçok konu ile meşgul olmuş bir yazardır. Devrin diğer yazar ve fikir adamlarının çoğu gibi o da Osmanlı birliğine inanmış ve daha çok ittihâd-ı İslâm ideolojisini savunmuştur. Büyük ölçüde Doğu kültürüyle yetişmiş olan Ali Suâvi, çok yüzeysel de olsa Batı kaynaklı bazı yeni fikirleri öğrendikten sonra kendine göre bir bileşim yapmaya çalışmış, bu arada Türkçü görüşler de ileri sürmüştür. Makale ve kitapları dikkatle incelendiğinde tutarlı bir görüşe sahip olmadığı görülen Ali Suâvi’nin hayatında olduğu gibi savunduğu fikirlerde de birçok tezat vardır. Gençlik yıllarında camilerde halka ateşli vaazlar veren, bir ara “muhaddis” olarak tanınan, hatta Avrupa’da bulunduğu sırada bile başından sarığını çıkarmayan Ali Suâvi, meselâ “Yarım Fakih Din Yıkar” gibi bazı makalelerinde, devlet idaresinde din ile dünya işlerinin birbirinden tamamen ayrılması gerektiğini savunarak laikliği müdafaa eder. Ona göre medenî bir devlet birtakım kelime oyunlarıyla değil coğrafya, iktisat ve ahlâk bilgisiyle idare edilebilmektedir. Bu yüzden, Osmanlılardaki devlet yönetiminin şer’î esaslara dayanmadığını öne sürerek hilâfet müessesesine karşı çıkarken monarşi adını verdiği mutlakıyet rejimi yerine parlamento esasına dayalı meşrutî sistemi savunur. Ancak bir zaman sonra, hâkim nüfus olan Türk unsurunun bütün nüfusun sadece yüzde otuzunu teşkil ettiği bir memlekette meşrutiyet ilân edilemeyeceğini anlayarak bu fikrinden vazgeçmiş görünür. Ali Suâvi hilâfetin ne muhafazasına ne de yıkılmasına taraftardır; çünkü ona göre hilâfet adıyla bir müessese mevcut değildir. Monarşi dediği ferdî saltanat ve mutlakıyete karşı da cephe alan Ali Suâvi, “Demokrasi adlı makalesinde ise İslâm devletinin başlangıçta cumhuriyetle idare edildiğinden bahsederek mutlakıyet yerine “usûl-i meşveret”i istediğini açıklar.
Eserleri burada: Kamus-ül-Ulum vel-Maarif Ali Paşa’nın Siyaseti Hukuk-üş-Şevari Hive Hanlığı Gazete (Muhbir)Yanıtla