Öne Çıkanlar HÜMANİZM (İNSANCILIK) Hümanizm, edebiyatı da etkilemiş ve edebiyat akımı olarak etkili olmuştur. İtalya’da doğan bu akım 14. yüzyıldan 17. yüzyıla kadar etkisini sürdürür. Hümanizm Rönesans’ın hazırlayıcısı olmuştur. Hümanizmde Eski Yunan ve Latin edebiyatlarından hareketle (dünyaya bakışları, işledikleri konular…) insanlığa seslenme amaçlanmıştır. Temsilcileri Dante, Boccacio, Petrarca, Montaigne, Cervantes KLASİSİZM (KURALCILIK) 17. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkmıştır. Boilleau, bu akımın kuramcısıdır. Eski Yunan ve Latin kaynakları esas alınmıştır. Akla ve mantığa önem verilmiştir. İnsan doğasına, gerçeğe uygun konular seçilmiştir. Doğa örnek alınmıştır. Konuya değil konunun işleniş biçimine önem verilmiştir. Seçkin ve olgun kişiler iç dünyalarıyla konu edilmiştir. Erdeme, ahlaka büyük önem verilmiştir. Yazarlar, eserlerine kendi kişiliklerini yansıtmamışlardır. Yüksek tabakanın konuşma dili esas alınmıştır. Kaba sözlere yer verilmemiştir. Biçimce kusursuz eserler ortaya koymaya çalışmışlardır. Süssüz ve açık bir anlatım esas alınmıştır. Dini konulara yer verilmemiştir. Klasisizmin ana türleri trajedi ve komedidir. Temsilcileri Descartes, La Bruyere, Pascal, Corneille, Racine, La Fontaine, Madam de La Fayette, Moliere Türk edebiyatında: Şinasi ve Ahmet Vefik Paşa ROMANTİZM (COŞUMCULUK) 18. yüzyılda Klasisizme tepki olarak Almanya’da doğmuştur. Fransız İhtilalı’nın etkisiyle gelişim göstermiş, 19.yy’dan sonra ise Fransa’da sistemli bir akım haline gelmiştir. Romantizmin kurallarını Fransız sanatçı Victor Hugo, “Cromwell” adlı eserinin önsözünde ortaya koymuştur. Hayal ve duyguya büyük önem verilmiştir. Aşk, ölüm, doğa konuları işlenmiştir. Konular din duygusuna dayanır. “Toplum için sanat” anlayışını savunmuşlardır. Kişilerin değil toplumun düzeltilmesi amaçlanmış, kişiler içinde bulundukları çevreyle birlikte değerlendirilmiştir. Klasisizmde ihmal edilen “doğa”ya önem verilmiştir. Doğa tasvirlerine geniş yer verilmiştir. Sanatlı ve mecazlı bir dil kullanılmıştır. Yunan ve Latin edebiyatları yerine, milli hikâye ve efsaneler kaynak olarak alınmıştır. Sanatçı kendini eserlerinde gizlememiş, taraf tutmuş okura yol göstermiştir. Eserlerde iyiler hep iyi, kötüler hep kötü olmak üzere tek yönlüdür. Yazarlar, “iyi” den yana olmuşlardır. Olaylar anlatırken, tesadüflere ve olağanüstülüklere çokça başvurulmuştur. Roman türünde yaygınlaşmıştır. Temsilcileri Victor Hugo, J.J. Rouesseau, Voltaire, Goethe, Schiller, Lamartine, Shelley, Chateaubriand, Alfred de Musset, Alexandre Dumas, Puşkin Türk edebiyatında: Namık Kemal, Ahmet Mithat Efendi, Abdülhak Hamit Tarhan, Recaizade Mahmut Ekrem (şiirleriyle) REALİZM (GERÇEKÇİLİK) 19. yy’da romantizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Akımın ortaya çıkışında August Comte’un pozitivist felsefesinin etkisi vardır. Gözlem ve belgelere büyük önem verilir. Çevre, insan gelişiminde önemli olduğundan önemsenmiştir. “Sanat için sanat” anlayışı savunulmuştur. Olağanüstü olay ve kişilere yer verilmemiştir. Psikolojik çözümlemelere çok yer verilmiştir. Yazarlar, eserlerde kişiliklerini gizlemişlerdir. Açık, anlaşılır bir dil kullanılmıştır. Özellikle roman ve öykü alanında eser verilmiştir. Realizmden etkilenen şiir akımına parnasizm denir. Temsilcileri Balzac, Stendhal, Gustave Flaubert, Daniel Defoe, Tolstoy, Gorki, Gogol, Dosteyevski, Çehov, Charles Dickens, Hemingway, Mark Twain Türk edebiyatında: Sami Paşazade Sezai, R. Mahmut Ekrem, Halit Ziya Uşaklıgil, Mehmet Rauf, Yakup Kadri, Refik Halit, Halide Edip, Reşat Nuri, Ömer Seyfettin NATÜRALİZM (DOĞALCILIK) 19. yy’da realizmin gerçeklik için yeterli olamadığı düşüncesiyle, realizmle aynı dönemde ortaya çıktı. Natüralizmin kurucusu Fransız yazar Emile Zola’dır. Realizmdeki gözlemciliğin yanında, determinist (gerekircilik) görüşle bilimsel deneylerden yararlanmak esas kabul edilmiştir; bu nedenle Emil Zola yirmi ciltlik “Deneysel Roman”ını yazmış, bunda bir ailenin genetik tarihini anlatmıştır. “Sanat için sanat” anlayışını savunmuşlardır. Soyaçekim ve içgüdülerin insan davranışındaki önemi vurgulanır. Eserlerin savunduğu bir “tez” vardır. “Sanat, doğanın kopyasıdır.” düşüncesini savunurlar. Yazarlar eserlerde kişiliklerini gizler. Eserlerin dili yalın ve doğaldır, eserlerde argoya yer verilir. Ahlaki bir amaç güdülmez. Hayatın kötü yanları, kişilerin çirkin özellikleri anlatılmıştır. Çevrenin insan kişiliğinin oluşumundaki etkisi göz ardı edilmediğinden çevre ve insan tasvirleri yapılmıştır. Natüralizm, roman, öykü ve tiyatro türlerinde gelişmiştir. Temsilcileri Emile Zola, Goncourt Kardeşler, Alphonse Daudet, Guy de Maupassant, J. Steinbeck, Henrik İbsen Türk edebiyatında: Nabizade Nazım (ilk izler), Hüseyin Rahmi Gürpınar (asıl temsilci) PARNASİZM (ŞİİRDE GERÇEKÇİLİK) 19. yy’da ortaya çıkmıştır. Realizmin şiirdeki yansımasıdır; başka bir ifadeyle duygusal, içe dönük olan romantik şiire tepki olarak doğmuş, realist şiir akımıdır. Sadece şiirde görülen bir akımdır. Şair, şiirde kişiliğini gizlemiş gözlemlerini nesnel bir şekilde yansıtmıştır. Şiirlerde felsefi düşünceler, bilimsel görüşler işlenmiştir. “Sanat sanat içindir” felsefesiyle yazılan şiirlerde, “kuyumcu titizliği” görülür; sözcük seçimine, ölçü, kafiye ve redif gibi şiirin şekilsel unsurlarına büyük önem verilmiştir. En çok “sone” biçimi kullanılmıştır. Eski Yunan ve Latin kültüründen tarihi’ olaylardan ve efsanelerden etkilenilmiştir. Dil, açık ve yalındır. Betimlemelerle adeta resim çizilmiştir. Şiirin güzelliği, topluma yararlılığına tercih edilmiştir. Türk edebiyatında Servet-i Fünun şairleri bu akımdan etkilenmişlerdir. Temsilcileri Theophile, Gautier, Jose Maria de Heredia, Thedore, Banville, François, Coppe, Leconte de Lisle Türk edebiyatında: Cenap Şahabettin (ilk temsilci), Tevfik Fikret (en önemli temsilci), Yahya Kemal (kısmen) SEMBOLİZM (SİMGECİLİK) Realizme ve realizmin şiirdeki yansıması olan Parnasizme tepki olarak 19. yy’da ortaya çıkmıştır. Sembolizme göre: Gerçeği olduğu gibi anlatmak imkânsızdır. Dış dünya duyuların yanıltmasıyla ulaşır insana. O halde her insan dış dünyayı farklı algılar. Dolayısıyla şair şiirde izlenimlerini anlatmalıdır. İzlenimler, sembollerle anlatılır. Kapalı bir anlatım söz konusudur. Şiirlerde musiki ve ahenge çok önem verilir. Şiirde biçim kusursuzluğu aranır. Özellikle şiirde sonra da tiyatroda gelişmiştir. Temsilcileri Baudelaire, Rimbaud, Mallarme, Verlaine, Vallery Türk edebiyatında: Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin (Kısmen Etkilenenler: Cahit Sıtkı, A. Hamdi Tanpınar, N. Fazıl Kısakürek, Ahmet Muhip Dıranas) EMPRESYONİZM (İZLENİMCİLİK) 19. yüzyılın sonlarında Fransa’da ortaya çıkmıştır. Doğa, olduğu gibi değil sanatçıda bıraktığı izlenimlerle anlatılır. Şiirde öznelliğe önem verilir. Sanat için sanat anlayışıyla hareket edilir. Sembolizmin bazı özelliklerini taşır, ancak sembolizmden farklı olarak şairler, biçime, uyağa önem vermezler. Sembolizmden farklı olarak izlenimler imgelerle yapılmaz. Nesnelere değişik anlamlar yüklenir. Sanatçılarda, sembolizm ve empresyonizm genellikle bir arada görülür. Temsilcileri Rimbaud, Verlaine, J. Joyce Rilke Türk edebiyatında: Tamamıyla bu akıma bağlı sanatçı yoktur, Ahmet Haşim, Cenap Şahabettin ve A. Muhip Dıranas’ta etkileri görülür. EKSPRESYONİZM (DIŞAVURUMCULUK) 20. yüzyılın başlarında Almanya’da Empresyonizme tepki olarak ortaya çıkmıştır. Dış dünya bırakılmalı, insanın ruhu konu edilmelidir, düşüncesi vardır. Dış dünyadan kaçmak ve insanın özünü, ruhsal durumlarını yansıtmak amaçtır. Temsilcileri Franz Kafka, James Joyce, T. S. Eliot KÜBİZM Empresyonizme tepki olarak doğmuştur. Daha çok resim ve heykelde etkili olmuştur. Düşünceler geometrik şekillerle dile getirilir. Temsilcileri Picasso, Max Jacop, Apollinaire FÜTÜRİZM (GELECEKÇİLİK) 1909′ da İtalyan şair Marinetti tarafından kurulmuştur. Geleneksel sanat değerlerini yok saymışlar, özgürce yeni biçimlerle eserler vermişlerdir. Sanatın bütün dallarında makineyi ve hızı yansıtmak isterler. Temsilcileri Marinetti, Mayakovski Türk edebiyatında: Nazım Hikmet (ilk dönemlerinde) DADAİZM (KURALSIZLIK) 1916’da Tristan Tzara tarafından kurulmuştur. Kuralsızlığı kural edinen, her türlü ahlak, dil ve estetik kuralını yıkmayı amaçlayan bir akımdır. Şiirlerini rasgele bir araya getirdikleri sözcüklerle yazmışlardır. Temsilcileri Tristan Tzara, Andre Breton SÜRREALİZM (GERÇEKÜSTÜCÜLÜK) İlkeleri Fransız şair Andre Breton tarafından 1924’te ortaya konulmuştur. Freud’un psikanaliz yöntemi temel oluşturur. Sanat, insanı anlatmalı ise insanın gerçek kişiliği, bilinçaltındaki istek, eğilim ve korkularda ortaya çıkar. Bu nedenle bilinçaltını ortaya çıkaran rüya, sayıklamalar gibi anlatımlara önem verilir. Bilinçaltını akıl ve mantıktan üstün tutmuşlardır. “Otomatik yazı” denen bir yazı sistemi ile sanatçı aklından geçenleri dil bilgisi kurallarını düşünmeden yazar ve böylelikle ortaya bir sanat eseri çıkar. Temsilcileri Andre Breton, Paul Eluard, Louis Aragon Türk edebiyatında: Garipçiler ve İkinci Yeniciler bu akımdan etkilenmiştir. EGZİSTANSİYALİZM (VAROLUŞÇULUK) Martin Heidegger’in varoluşçuluk felsefesinin edebiyattaki yansımasıdır. Edebiyattaki kurucusu Jean Paul Sartre’dır. Descartes’in “Düşünüyorum öyleyse varım.” felsefesine yani akla dayanır. Varoluşçuluk, insanın varoluşuyla doğal nesnelere özgü varlık türü arasındaki karşıtlığı büyük bir güçle vurgulayan, iradesi, bilinci ve aklı olan insanların irade ve bilinçten yoksun nesneler dünyasına fırlatılmış olduğunu öne süren bir düşünce akımıdır. Varoluşçuluğa göre: insan karşılaştığı durumlar karşısında en iyiyi en doğruyu aklıyla seçecektir. Ancak bu bir bunalımla olacaktır. Dolayısıyla insan sorumluluk bilinciyle hareket eder ve kendini var eder. Çünkü insan, karakterini kendi yaratarak var olur. Cumhuriyet Dönemi’nde edebiyatımıza giren bu akımdan Edip Cansever ve Yusuf Atılgan etkilenmiştir. Temsilcileri Jean Paul Sartre, Albert Camus, Andre Malraux, Simone de Beauvoir SEZGİCİLİK (İNTÜİSYONİZM) Bu akımın düşünceleri büyük ölçüde Fransız filozof Henri Bergson’un sezgicilik/ruhçuluk felsefesine dayanır. Materyalizme ve pozitivizme karşı olan, idealist bir yaklaşımdır. Bu anlayışa göre bilginin asıl kaynağı akıl değil sezgidir. İnsanın sezgi gücünün hayalleri ve duyguları belirlediği, maddenin, varlığın buna bağlı olarak şekillendiği savunulur; dış dünya, varlık, madde, eşya, ruhun, düşüncenin bir ürünüdür. Sembolist şairlerin, saf şiir anlayışını savunan şairlerin varlığa yaklaşım biçimleri büyük ölçüde sezgici felsefeye dayanır. Belirleyici olan somut varlık değil, şairin duyuş, görüş, düşünüş tarzıdır. Dış dünya insanın iç dünyasını ifade etmeye yarayan simgeler âlemidir. Dış dünya, düşünceyle, duyguyla, algıyla, rüyayla anlamlandırılabilir. Bu akım edebiyatımıza Cumhuriyet Dönemi’nde girmiştir. Türk şiirinde sezgici yaklaşımın en önemli temsilcisi Ahmet Hamdi Tanpınar’dır. Necip Fazıl Kısakürek, Asaf Halet Çelebi gibi yazar ve şairler üzerinde de bu anlayışın etkileri vardır. Ayrıca Bkz. Edebi Akımlar