Öne Çıkanlar Bir kimsenin düzenli olarak, günlük olaylarla ilgili yorumlarını, bunlardan kaynaklanan o günkü anlayışlarını, düşüncelerini, üstüne tarih atarak kaleme aldığı kısa yazılara “günlük” veya “günce” denir. Günlüğün özellikleri şunlardır: Günlükler ne gün yazıldığını belirtmek için tarih atılan, çoğu zaman her günün sonunda o gün olup bitenin sıcağı sıcağına anlatıldığı, olaylarla ilgili yorumlar, değerlendirmeler yapıldığı yazılardır. Günlükler her gün yazıldığı için kısadır. Bu yazılar yazarının yaşamından izler taşır. Bu bakımdan günlükler içten ve sevecendir. Okuyucular dikkate alınmadan yazılan günlükler, özeldir. Duyguların, düşüncelerin yoğun olduğu anlarda sıcağı sıcağına yazılan günlüklerin anlatımı geliştirmede önemli bir yararı vardır. Günlükler bir deftere yazılabileceği gibi daha kullanışlı olması bakımından bir ajandaya da yazılabilir. Türk Edebiyatında Günlük Türk edebiyatında Suut Kemal Yetkin, Seyit Kemal Karaalioğlu ve Oktay Akbal günlüklerini kitap olarak yayımlayan sanatçıların başında yer almaktadır. Ayrıca Oğuz Atay’ın “Günlük Bütün Eserleri”; Nihat Erim in “Günlükler”; Fevzi Çakmak’ın “Mareşal ve Günlükleri”, Salah Birsel’in “Papağanname Günlük” adlı eserleri bu türdedir. Günlük-Anı Farkı Anı ile günlük çoğu zaman karıştırılmaktadır. Günlük, adından anlaşılacağı üzere yaşanırken, günü gününe yazılır. Anı ise aradan zaman geçtikten sonra yazılır. Örneğin kişi günlüklerinden yararlanarak ileride bir anı kitabı kaleme alabilir. Günlük yazarı sadece kendisini ya da kendisini merkeze alarak çevresindekileri anlattığı hâlde; anı yazarları başkalarını anlatabilir. Günlük Örneği 9 Mart 1973 Sakalımı tıraş etmek için aynanın karşısına geçtim. Radyoda yine bir türkü: “Kekliği düz ovada…” Birden her şeyi unutarak ellerimi, gözlerimi, kaşlarımı oynatmaya başladım. Giderek kendimi bir sahne üstünde sanarak ellerim, gözlerim, kaşlarımla türlü şaklabanlıklar, mimik oyunları yapmaya geçtim. Kendime ancak türkü bitince geldim. Ne güzel, insanın musikiye kendini kaptırıp zıplayıp hoplaması! Bir an bütün üzüntülerinizden sıyrılıyorsunuz. Elde ettiğiniz neşe, o neşe anından sonraya da uzanıyor. Somurtkanlık! Bizim her vakit sağduyulu olmayışımızın bir nedeni de neşeye yaşamımızda yer ayırmamış olmamızdır. Neşesiz adam eksik adamdır. Bir alıktır. Kapının zili… Dışarıdan bir ses: “Süt!” Her gün bir ya da birkaç kez çalar kapıyı bu sütçü. Ben de her kez kapıyı açar, yüzümü tatlılaştırır ve “Biz süt almıyoruz.” derim. Tam bir sahtecilikle. Bu kez kapıyı açıp sütçüye: “Sen ne biçim adamsın, sana kaç kez süt almadığımızı söyledim. Böyle herkesi tedirgin etmeye ne hakkın var?” diye bağırmak geçti aklımdan. Kapıya koşup açtım, sütçüye yine: “Biz süt almıyoruz.” dedim. Adam, suratını buruşturarak uzaklaştı. Kapıyı örttükten sonra kendimi yokladım. Neşe diye bir şey kalmamıştı. İstanbul, 19 Ekim 1973 Kadıköy’de, Ankara’ya dönmek üzere otobüs bekliyorum. Daha doğrusu, otobüse yetiştirecek minibüsü… Bir sürü insan geliyor gidiyor. Topunun da kendi dünyası var. Ama hepsi de benim figüranlarım. Hop, bir kadın daha: Oksijenle sarartılmış saçlar… Siyah entari, siyah çanta, delikli siyah ayakkabılar… Sol kolda pembe bir hırka… Bütün bu görünüm, benim için iki kahverengi, bir tirşe arasında siyah bir leke… 29 Kasım 1973 Ben günlüğümde kimden söz etsem, onun değeri, gözümde daha bir artıyor. Sevgim genişliyor, büyüyor. Bu, sanırım biraz da özel günlüklerin bir özelliği. İnsanlarla ilişki kurmadan, onlara sevgi çelenkleri fırlatmadan yazılan günlük, sadece edebiyat günlüğüdür. Özel günlük yazmak istediniz mi ya insanlarla aranızda sevgi köprüleri kuracak ya da kendinizi gözlem altında tutacaksınız. İstanbul, 21 Haziran 1974 Sahaflarda Emil Ludvvig’in Juillet 1914 adlı kitabını bularak aldım. Böyle bir kitabı Paris’te bile bulamam. Fransızlar tükenen bir kitabın yeni bir baskısını kolay kolay yapmıyorlar. Gerçi romanlar bu eğilimin dışında ama sanırım Ludwig gibi yazarları okumak isteyecek yeni okurlar vardır. Bu, bana şunu da düşündürttü: İnsanoğlu kültürünü istediği gibi değil, bulabildiği kitaplara göre ayarlayabilir. 8 Ağustos 1974 Küllenmiş çağla rengi… Fakir Baykurt’un “Köygöçüren” romanında rastlıyorum yeşilin bu türüne. Sözlükler çokluk “yeşil” der, başka bir şey demez. Oysa değişik çeşitlen vardır yeşilin: Camgöbeği, pas yeşili, İngiliz yeşili, zümrüt yeşili, çinko yeşili, krom yeşili, Çin yeşili, kobalt yeşili, yaş ağaç yeşili, bakır yeşili, tunç yeşili, toprak yeşili, Türk yeşili, limon küfü, nefti, zeytin yeşili, çimen yeşili, hacı yeşili, Veronez yeşili, elma yeşili, Nil yeşili, kursak yeşili, Viktorya yeşili, lak yeşili, çayır yeşili ve çağla yeşili. Bir sürü yeşil ki insana uykusuz gözlerle düş gördürtür. Ama ressamlar bilir bunları. Bedri Rahmi, bir kez, 99 türlü yeşil olduğundan açmıştı. Salah Birsel, Kuşları Örtünmek