Öne Çıkanlar

1. Yirminci yüzyılın başında yoksul halkın acılarını ezgileştiren sokak sanatçıları, ellerinde bandoneon denen hırçın, duyarlı, sinirli bir sazla ortalıkta görülmeye başladılar. Çaldıkları neydi? Notasız, şarkısız, danssız, doğaçlama ezgiler ki adına tango deniyordu. Buenos Aires’te doğan tango çabucak gelişti; başlangıçta doğaçlama çalınırken notaya kavuştu; sonra insan sesi işe karıştı. Şairler, tangolar için şiirler yazmaya başladılar. Tango artık kalabalıkları bir araya topluyor, ruhlara yayılıyor, dillerden düşmüyordu.

Bu parçada aşağıdakilerden hangisi üzerinde durulmaktadır?

A) Tangonun nasıl doğup geliştiği

B) Sıradan insanların evrensel sanata katkısı

C) Tangonun kısa sürede bütün insanları etkilemesi

D) Tangonun kısa süre içinde ünlü sanatçıların ilgisini çektiği

E) Tangonun öteki dans türlerinden farklı olduğu

 

2. Anılar kavrıyor içimizi, bırakıyoruz kendimizi onlara. Biliyoruz; “Bir girdiğimiz ırmağa bir daha giremeyiz.” Ama yine de hiç olmazsa düşüncelerimizde o ırmağın sularını durdurmak istiyoruz. Geçmişi anmakta, geçmişin en acı günlerini bile anmakta acılı bir tat var. Seviyoruz biz o tadı, acısını da seviyoruz, Geçmişi anarak ırmağı durduracağımızı, bir günümüzü bir daha yaşayacağımızı sanıyoruz. Anlıyoruz bunun olmayacağını, olamayacağını; gene de sarılıyoruz o düşe.

Bu sözlerle anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?

A) Zor durumda kalan kişi, kurtuluşu anılara sığınmakta arar.

B) Geçmişin kişiye güzel görünmesinin nedeni, geçmişteki olayların bir daha yaşanmayacak olmasıdır.

C) Duygularının etkisinde kalan insan, en güzel günlerinde bile geçmiş yaşamını arzular.

D) Kişi, geçmişi yeniden yaşayamayacağını bildiği halde, kimi zaman anılarına sığınır.

E) Olayları istediği biçimde yönlendiremeyen kişi, kendisine bir şans daha tanımak ister.

 

3. Falih Rıfkı Atay çok iyi söylüyor: “Bu dörtlüğün bir kusuru varsa pek de açık anlamlı oluşu.” Bugünkü dünya öyle pek açık anlamlı şiirleri artık istemiyor. Daha doğrusu artık anlamak değil, sezmek istiyoruz, Açıklık düz yazıya bırakılıyor. Onda bile pek sevilmiyor. Kapalılık, şiirin başlıca öğelerinden oldu. Yakınmıyorum bundan. Tersine bu akımı iyi buluyorum. Kolayca anladığım, daha doğrusu anladığım şiirleri sevemiyorum artık.

Bu parçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?

A) Şiirde anlam açık olmamalıdır.

B) Şiirin görevi birtakım doğruları yaymak değildir.

C) Gerçek şiirler, her düzeydeki okuyucuya seslenebilir.

D) Dilinin anlaşılır olması, şiirin başarısını olumsuz etkiler.

E) Şiirde önemli olan anlam değil, dilin kullanımıdır.

 

4. Şiirin güzel sanatlar arasında garip bir şanslılığı vardır. Örgüsünü veren malzeme -yani dil- bakımından hemen herkes için olan bu sanat, gene bu yüzden sınırları en dar olan sanattır.

Yazara göre şiirin şanslı olmasının nedeni aşağıdakilerden hangisidir?

A) Belirli konuları işliyor olması

B) Asıl malzemesinin dil olması yönüyle herkesi ilgilendirmesi

C) Evrensel düşünceleri ele alması

D) Toplumun belirli bir kesiminin şiire ilgi duyması

E) Diğer sanatlardan etkilenmemesi, özgün olması

 

5. Samim Kocagöz: “Edebiyattan önce yapılacak çok iş var demişti.” Orhan Veli de: “Edebiyatı, edebiyattan kurtarmak gerek.” diyordu. Bir yazar, bu gibi sözlere pek kulak asmamalı bence. İlk bakışta büyük gerçekler bulmuşlarmış gibi geliyor, ama değil. Edebiyat, edebiyatla, edebiyatın kendine özgü araçları kullanılarak yapılır. “Edebiyattan önce yapılacak çok iş var.” İnancı edebiyat adamlarının insan gerçeğini, toplum gerçeğini edebiyata yaraşır biçimler içinde vermelerine çoğu zaman engel oluyor.

Bu parçada yazarın anlatmak istediği aşağıdakilerden hangisidir?

A) Topluma yön vermek isteyen sanatçı, toplumun beklentilerine kulak vermelidir.

B) Anlatımda yalınlığa özen göstermeyen bir yazarın anlattıkları ilgi görmeyecektir.

C) Sanatçının görevi edebiyatın konularını genişletmek değil, toplum gerçeklerini işlemektir.

D) Yaptığı işin önemine inanmayan sanatçının yazdıkları etkili olmaz.

E) Sanatçının görevi edebiyatın ilkelerine uygun biçimde gerçekleri dile getirmek olmalıdır.

 

6. Çeviri kolay çözümlenecek sorunlardan değildir. Çeviri işinde bir yandan yazarlık, bir yandan da eleştirmenlik vardır. Çevirmen, eline aldığı yapıtı bir eleştirmen gibi inceleyip özelliklerini bulacak, sonra da kendi dilinde o özellikleri yeniden oluşturacak… Bu yüzden çeviri edebiyatın en güç türlerindendir.

Bu parçaya göre “çevirmen”le ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi doğrudur?

A) Gerçek çevirmen duygusallıktan sıyrılıp yapıtı aktarmaya özen gösterir.

B) Çevirmen hem iyi bir yazar hem de iyi bir eleştirmen olmalıdır.

C) Ülkemizde çeviri alanında başarıya ulaşmış isim yoktur.

D) Çevirmen ile çevirdiği yapıtın yazarı arasında duygu birliği olmalıdır.

E) Her çevirmenin kendisine yakın bulduğu isimler vardır.

 

7. Ne oldu çocukluğum?

Köşelerinde nefes nefes koştuğum

Odalar,

Ortalarında tahta at koşturduğum

Geniş sofalar,

Sofalarda gizli yuvalarım, gizli yerlerim

Bu dizelerdeki en belirgin duygu aşağıdakilerden hangisidir?

A) Çocukluğa duyulan özlem

B) Topluma uyum sağlayamama

C) İnsanlardan kaçma arzusu

D) Çocuklukta yaşanılan zorluklar

E) Doğduğu yere kavuşma arzusu

 

8. Hayat, gün olur sıkıntılı geçer; güçlükler omuzlarımıza çöktüğü zaman dünyadan soğuduğumuzu zannederiz, ama bu geçici bir şeydir. Bir üzüntü an’ını bir keyifli dakika takip eder. İnsan her şeyi unutur. Zaten dünya kurulalı beri unutulmamış ne vardır ki? İnsan hafızası, asırlar boyunca olup biten olaylar şöyle dursun, kendi ömrü içinde başından geçenleri bile unutur.

Bu parçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?

A) Hayatta acılarla güzellikler her zaman iç içedir.

B) Unutmak, hayatı insanlar için sevimli duruma getirir.

C) İnsan geçmişte yaşadığı her kötü olayı hatırlasaydı, hayat yaşanmaz olurdu.

D) İnsan, zaman içerisinde tüm acıları ve üzüntüleri unutur.

E) Her şeyi unutan insan, yaşadıklarından ders almasını bilmez.

 

9. Hiçbir ozanın, hiçbir sanatçının tek başına tam bir anlamı yoktur. Onun anlamı ve değerlendirilmesi, ölmüş ozan ve sanatçılarla olan bağının değerlendirilmesidir. Ona tek başına değer biçemezsiniz; karşıtlık ve benzerliklerini belirtmek için, onu ölmüşler arasına yerleştirmeniz gerekir.

Bu parçaya göre bir sanatçının doğru değerlendirilmesi aşağıdakilerden hangisine bağlıdır?

A) Eserlerinde sanatçı kişiliğini yansıtmasına

B) Eserleriyle geçmişe ışık tutmasına

C) Kendinden önceki sanatçılarla olan ilişkisine

D) Eserlerinde kullandığı dilin yalınlığına

E) Geçmiş sanatçıların sanatına bağlı kalmasına

 

10. Hikâye, yaşamı olduğu gibi gösterme kaygısında değildir. Bazı kimselerin bazı hallerini anlatmak ister. Romanda bir ailenin içine girer, onunla birlikte yemek yer, çalışır, hatta nefret ederiz; hikâyede ise ancak evin önünden geçer, açık bir pencereden bakıp içeriye göz gezdiririz. O aileyi kuran kişilerin hâllerinden, yaptıklarından, işittiğimiz bazı sözlerden; her birinin hayatı, mizacı, huyu üzerine bir fikir ediniriz.

Paragraftan çıkarılabilecek sonuç, aşağıdakilerden hangisidir?

A) Romancının görevi hayattaki ayrıntıları yansıtmaktır.

B) Hikâyede, romanda olduğu gibi her türlü ayrıntıya yer verilmez.

C) Hikâye yazarı, hayatın gerçeklerine bağlı kalmak zorunda değildir.

D) Hikâyede kişilerin gerçeğe uygunluğu önemli bir özellik değildir.

E) Romanda dış dünya önemlidir, hikâyede ise iç âlemin anlatılması esastır.

 

11. Elbette roman ile öykü arasında yakın bir akrabalık var. Ama herhalde bu akrabalık baba ile oğul akrabalığı değildir. Birini büyük sanat, ötekini küçük sanat diye kabul etmiyorum. Benzerlik, sadece düz yazıda anlatım benzerliğidir. Öykü kestirme yollardan yürür, roman daha uzun yoldan gider, iki yolun da ayrı ayrı güzelliği vardır.

Bu parçadan çıkarılabilecek sonuç aşağıdakilerden hangisidir?

A) Benzer yönleri olsa da, roman ve öykü, kendine özgü özellikleri olan türlerdir.

B) Amaçları yönüyle roman ile öykü arasında fark yoktur.

C) Öykü, romana bağlı olarak gelişen bir edebi türdür.

D) Gerçek okuyucu açısından, roman ile öykünün değeri arasında fark yoktur.

E) Öykü okumak daha kolaydır, roman sabır ister.

 

12. Bilimden değil, ama bilimin verilerinden şüphelenmek gerekir. Bilim adına söylenenlerin hepsi de doğru mudur ki şüphe etmeyelim bilimden? Bilim bitmiş, son sözünü söylemiş değildir. Bilim oluşmaktadır. Bilim adına söylenenleri, bilimin bugünkü verilerini şüphe etmeksizin doğrunun ta kendisidir diye kabul edersek bilimi bir tabu durumuna sokmuş oluruz.

Bu parçada anlatılmak istenen aşağıdakilerden hangisidir?

A) Bilimden şüphe eden kişinin gerçeğe ulaşması olanaksızdır.

B) Bilimin ortaya koyduğu sonuçlar kesin değildir, zaman içerisinde değişebilir.

C) Bilimin verileri toplumlara göre farklılıklar gösterebilir.

D) Bilim adamı, gerçeğe ulaşmaya çalışırken yanlışlık yapabileceğini gözden uzak tutmaz.

E) Bilimin ortaya çıkardığı sonuçların tartışılmaması bilimi tabu durumuna getirir.

 

13. Kızıyorum şu “sayın” sözüne, günden güne daha çok kızıyorum. “Bay Turhan” demiyorlar, “Sayın Orhan, Sayın Turhan” diyorlar. “Bay” da bir eğlence varmış, alay için kullanılıyormuş, güldürüyormuş. Ben “bay”ı ilk günden beri alay için kullanmadım. Neden alay olsun Fransızcanın “monsieur” sözü gibi adların başına konulsun diye alındı “bay”. Bunca yıldır “bay”a niçin alışamadılar? Alışmak istemiyorlar da onun için. Karşı koyacaklar, diretecekler.

Bu parçada yazar aşağıdakilerin hangisi üzerinde durmaktadır?

A) Bazı kişilerin, isimlerin başında “bay” sözcüğünü kullanmamakta direnmeleri

B) Dilde yeniliğin ve çağdaşlaşmanın önemli olduğu

C) Yenilikler karşısında direnmenin boşuna olduğu

D) Toplumsal gelişime bağlı olarak dilin de gelişip değişeceği

E) Kimi yazarların dildeki yeniliğin gerisinde kaldığı

 

14. İster köy, ister kentle ilgili olsun, toplum sorunları romancının bilincinde yankılanmadıkça, bu yankılar sanat gücü ile düzenlenmedikçe yazılanlar birer belge olmaktan ileri gidemez, sanat eseri niteliğini kazanamaz. Ayrıca bir romanın köylü romanı olması, konusunun ve kişilerinin köyden alınmış, köyde yetişmiş biri tarafından yazılmış bulunması o romana bir üstünlük sağlamaz.

Bu parçaya göre, sanat eserinin asıl değeri nereden kaynaklanır?

A) Yazarın toplum problemlerini tarafsız biçimde ele almasından

B) Yazılanların belge niteliği taşımasından

C) Köy gerçeklerini dile getirmesinden, olayların ve kişilerin köyden seçilmesinden

D) Yazarın, okuyucunun ilgisini çekecek bir konuyu ele almasından

E) Sanatçının kişiliğini ve sanat gücünü yansıtmasından

 

15. Hemen her çağda sanat ve edebiyat sorunları tartışılırken “Güzel nedir?” sorusu da öne çıkmıştır. Sanatçıların yanı sıra toplumbilimciler, estetikle ilgilenenler de düşünmüşler, tartışmışlar güzellik kavramı üzerinde. Yere ve zamana bağlı bir değişkenlik bulmuşlar onda. Böylece zamanın akışı içinde bir değil, birçok güzellik anlayışı, güzellik yorumu çıkmıştır ortaya. Güzelliğin anlamı, nitelikleri üzerine denemeler, yapıtlar oluşturulmuştur.

Bu parçada aşağıdakilerden hangisi üzerinde durulmaktadır?

A) İnsanlığın ortak bir güzellik anlayışının arayışı içinde olduğu

B) Güzelliğin ne olduğunun, her devirde sanatçı ve bilim adamlarınca tartışıldığı

C) Öznel düşüncenin bütün toplumların yapısında var olduğu

D) Güzellik konusunda ortaya konulan eserlerin pek ilgi görmediği

E) Sanat ve edebiyatta gerçeğe ulaşmanın mümkün olmadığı

 

CEVAP ANAHTARI

1-A  2-D  3-A  4-B  5-E  6-B  7-A  8-D  9-C  10-B  11-A  12-B  13-A  14-E  15-B