Öne Çıkanlar

1. “Yarın” sözü ile birlikte, ister istemez bir zaman kavramı bir süreç ortaya çıkıyor. “Bugün” dediğimiz sınırlı, boyutsuz bir kavram, genişlik kazanıyor. Fakat eksik bir genişlik bu. Bu eksiklik geçmiş zamanla bağlanmadıkça, geçmiş zamanın sürecine oturtulmadıkça tamamlanmaz. Sadece bugünü yaşayan ya da sadece yarına yönelmiş, geçmiş zamana arkasını dönmüş bir kişiyi belleğini yitirmiş, belleksiz, anılar edinmemiş bir kişinin yerine koyabilirsiniz.

Bu parçada aşağıdakilerin hangisinden söz edilmemiştir?

A) Yarını düşünmek zaman kavramına genişlik kazandırır.

B) Bugünü ve yarını, geçmiş zamanı katmadan düşünmek eksikliktir.

C) Zaman kavramı geçmiş ve gelecekle birlikte düşünülmelidir.

D) Geçmişi düşünmeyen insan, hafızasını kaybeden birine benzer.

E) Geçmiş zaman ve anılar, kişinin yaşamına yön verir.

 

2. Oldukça çalışkanımdır. Kendime göre derbeder bir intizamım vardır. Hafızam zaman zaman parazit yapmakla beraber kuvvetlidir. Okumayı çok severim ve okuduğumun esaslı tarafını kolay kolay unutmam. Çabuk hiddetlenirim, fakat insanlarla ilişkilerimde daha ziyade kendimi suçlu bulurum. Yaradılışım, büyük çöküntü anları dışında neşelidir. Tartışmayı severim, fakat sonunda etrafı kırdığım için genellikle uzak dururum.

Yazar, bu parçada hangi yönünden söz etmemiştir?

A) Belleğinin güçlü olduğundan

B) Kendine özgü bir düzeninin olduğundan

C) Hareketliliği ve çalışkan insanları sevdiğinden

D) Tartışmalarda karşıdakiler! kırdığından

E) Çabuk sinirlenen biri olduğundan

 

3. Romanı anlamaya çalışmak eleştirmenin ilk işi olmalıdır. Bunun da tek yolu, her şeyden önce, bütün önyargıları bir yana bırakıp, türlü toplum değişikliklerinin ötesinde yaşamaya devam eden romanların ortaklaşa özelliklerini bulup açığa çıkarmak üzere onların dünyasına girmektir. Şüphesiz, her roman okuyucusuna göre başkalaşır.

Bu parçadan eleştirmenle ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A) İlk görevi romanı anlamaya çalışmaktır,

B) İncelemelerinde yansız davranmalıdır.

C) Öncelikle kalıcı es erleri incelemeye yönelmelidir.

D) Tarafsız değerlendirmelerinden okuyucular da yararlanacaktır.

E) Zamana dayanabilmiş romanların ortak özelliklerini bulmaya çalışmalıdır.

 

4. Sosyal yaşamın olanaksızlıklar gösterdiği zamanlarda bile sanatçı, eser vermeyi sürdürmelidir. Yazdıkları bir süre yayımlanmasa dahi yazmalıdır bence. En zor şartlarda dahi sanat büyüleyici olmalıdır. Aksi halde hiçbir şey yaratılamaz. Yoksa en zor şartlarda hepimiz hayata küskün olabiliriz. Tutku bir sanatçı için engel değildir.

Böyle düşünen sanatçının aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenemez?

A) Sanatçı için, kimi zaman yazmasını olanaksız kılan koşullar oluşabilir.

B) Düşündüklerini yazıya geçirmek ve eser vermek sanatçının varoluş nedenidir.

C) Sanatçının eser vermesini hiç kimse ve hiçbir durum engelleyemez.

D) Sanatçı yapıtlarıyla insanlara yaşama sevincini duyurur.

E) Yazdıklarını yayımlayamaması, sanatçının yazma isteğini kırmamalıdır.

 

5. Ataç, Batı’daki anlamı ile, bir eleştirmen değildi. Onun, Türk edebiyatının en kısır türü olan eleştiriyi, şiirin, hikâyenin, romanın Cumhuriyet devrinde eriştiği düzeye çıkardığı söylenemez. Yine de ömrünün son yirmi yılında, eleştiri alanının tartışılmaz tek hakimi, ışık tutucusu oydu. Çağının en güzel Türkçesi ile en iyi denemelerini yazdı. Sevilsin, sevilmesin, 1930’lardan sonraki kuşakları, onun kadar kökten etkileyen olmadı.

Paragrafta Nurullah Ataç’ın hangi yönüne değinilmemiştir?

A) Batılı ölçülere göre bir eleştirmen olmadığına

B) Kendi döneminde en güzel denemeleri yazdığına

C) Yaşamının son döneminde eleştiride yol göstericilik rolünü üstlendiğine

D) Türk edebiyatında eleştiriyi öteki türlerden önemli duruma getirdiğine

E) Belli bir dönemden sonraki insanları çok etkilediğine

 

6. Tanzimat döneminde edebiyatımızda başlayan roman, yenileşme hareketini sonuca ulaştıran Servet-i Fünûn döneminde bir yöntem kazanmıştır. Servet-i Fünûn dönemi yazarlarını roman yazmaya yönelten ilk yazarlar A. Mithat ve N. Kemal gibi Tanzimat dönemi romancılarıdır. Zamanla bunlar yerlerini Fransız romancılarına bırakmışlardır. Servet-i Fünûn romanı denilince akla ilk gelen isim Halit Ziya’dır.

Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A) Servet-i Fünûn’da roman, Tanzimat’tan farklı bir boyut kazanmıştır.

B) Servet-i Fünûncuların ilk etkilendikleri romancılar A. Mithat ve N. Kemâl’dir.

C) Tanzimat döneminde en önemli yenilik romanda olmuştur.

D) Servet-i Fünûn yazarları, Fransız romancılarından etkilenmişlerdir.

E) Halit Ziya, Servet-i Fünûn döneminin en önemli romancısıdır.

 

7. Romanın amacı gerçek hayata benzemek, hayatı olduğu gibi göstermektir. Bunun için en küçük şeyleri de anlatmaktan çekinmez; birtakım lüzumsuz parçalarla doludur. Ancak o sayede gerçek hayatı andırabilir. En iyi roman, bir insanın duygularından hiçbirini seçmeyen, hepsini birden önümüze seren romandır. Tam bir “gerçeklik” başka nasıl erebilir?

Bu parçadan, aşağıdaki yargılardan hangisi çıkarılamaz?

A) Romanda gerçeğe uygunluk önemlidir.

B) Romanda gereksiz ayrıntılara bile yer verilebilir.

C) Romandaki her türlü ayrıntı, gerçek yaşama benzemek içindir.

D) Roman kahramanları aracılığıyla, sosyal problemlere çözüm aranır.

E) Romanda, kişilerin duyguları seçme ve ayıklama yapılmaksızın yansıtılmalıdır.

 

8. İyi bir hikâye yazmak gerçekten zor bir iştir, iyi hikâye edebi bir şanstır. İyi bir hikâye olayların düşünmeye değer tarafı ile hikayecinin karakterinde bulunan kişisel bir üslubun karışmasından meydana gelir. İyi bir hikâye bütün edebi yönelişlerden ve denemelerden daha kuvvetlidir. Hikâyeci bu zorluğu peşin kabullenerek hikâyeyi duymalıdır, yaşamalıdır; onu özünden kendi yaşamından uzak tutmamalıdır.

Bu parçadan aşağıdakilerin hangisi çıkarılamaz?

A) Başarılı bir hikâyeci, olayların ilgi çekici yanlarını kendi anlatımıyla ortaya koyar.

B) Öykücü, başarılı bir öykü yazmanın zorluğunun bilincinde olmalıdır.

C) Başarılı bir hikâyede kişisel üslup önemlidir.

D) Gerçek öykücü toplumsal konuları işlemeye özen gösterir.

E) Hikâyeci, hikâyeyi içinde duymalı ve onu yaşamalıdır.

 

9. İnsan dünyaya iki kez doğuyor ya da iki kez tanımaya çalışıyor dünyayı. İlki yürümeye yeni başladığında tatmak, tutmak, koklamak gibi deneylerle fiziksel dünyayı tanımaya çıktığı ilk yılları; ikincisi ise yirmi yaşına doğru kültür sanat ve bilimle ilgili her türlü değerler dünyasını tanımaya, sınava çekmeye başladığı yıllar. Yönü, çevreyi her iki tanımaya çıkışta da şaşılacak bir benzerlik var. Çocuk için odası, oyuncakları neyse; genç için de yakın çevresi odur. Her ikisi de tutkuyla girişiyor; ikisi de yakın ve dar bir alanı tanımaya kurmaya çalışıyor.

Bu parçadan “çocuk ve gençle” ilgili olarak aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?

A) Çocuk, yakın çevresini basit deneylerle tanımaya çalışır.

B) Çocuğun, gencin bilgi ve kültürlerinin oluşmasında yakın çevrenin yardımı vardır.

C) İnsanın değerler dünyasını tanımaya başlaması yeni bir doğuş kabul edilir.

D) Öncelikle, çocuk, odasını oyuncaklarını; genç ise yakın çevresini tanır.

E) Çocuk da genç de hayatı, çevreyi tutkuyla tanımaya başlarlar.

 

10. Ziya Osman, çok genç yaşta iyi ozanların tümü gibi ustalığını birlikte getirerek ölçülü, uyaklı şiirlerinde özgün bir söyleyişe ulaştı. Eski İstanbul’un bahçeli, bol ağaçlı mahallelerinden buruk görünümler çizdi. Çokluk öne çıkmak eğilimini gösteren duyarlığını ölçü ve uyağın geometrisinde dizginlemeyi bildi. Şiirimizin Fransız şiirinin sembolistliğine eğildiği bu dönemde o anlayışı sürdüren başarılı ozanlarımızdan biriydi. Az yazdı, yazdıkları üzerinde çok eğildi.

Bu parçada Ziya Osman ile ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?

A) Çok sayıda şiirinin olmadığına

B) Fransız sembolist şairlerden etkilendiğine

C) Tanınmasının, öne çıkmasının şiirlerine bağlı olduğuna

D) Şiirlerinde İstanbul’un eski görünümlerini yansıttığına

E) Şiirde biçim ve söyleyişe önem verdiğine

 

11. Düz yazının düşünme sanatı olduğunu belirlemek istemiştir. Düz yazıyı duygudan arıtıp düşüncenin düzeyine ulaştırabilmek için süsle, yapmacıkla savaşmış, cümlelerini basitleştirerek, yalın bir anlatım için   uğraşmıştır. Bütün sıfatları, benzetmeleri, sembolleri atar. Sonra da işlediği düşüncelerin kendine özgü olup olmadığından kuşkulanır. Bilinen bir düşünceyi yineleyip yinelemediğini anlamaya çalışır.

Bu parçada tanıtılan yazar aşağıdakilerden hangisi ile nitelendirilemez?

A) Düz yazının düşünme sanatı olduğuna inanır.

B) Düz yazıyı sanatlı bir söyleyişe kavuşturmayı amaçlar.

C) Kimi zaman ortaya koyduğu düşüncelerini şüpheyle karşılar.

D) Gereksiz benzetmeleri, sıfatları atar.

E) Süsten, özentiden uzak yalın bir anlatım için çaba sarf eder.

 

12. Çağımızın yazarları mı daha ilginç geliyor size, geçmiş çağların yazarları mı? Ya da şöyle soralım: Geçmiş çağların yazarları da bugünküler kadar çeker mi sizi? Soruyu böylece değiştirmeye gözlemlerim sürüklüyor beni. Konuşurken bu konuyu açtığım kişilerin eğilimlerini gözlemledim. —- Ayrıca ilgi İbresinin, çağdaşlardan yana olduğunu kitap satışlarından da ölçme olanağı var.

Boş bırakılan yere aşağıdakilerden hangisinin getirilmesi uygun olmaz?

A) Kalıcılığı yakalamış yazarların her devirde okuyucunun ilgisini çektiğini anladım.

B) Gördüm ki, özellikle genç yaştaki okurlar günün yazarlarına daha fazla ilgi duyuyorlar.

C) Giderek okunma oranının çağdaş yazarlar lehine değiştiği sonucuna vardım.

D) Birkaçı dışında, eskilerin, bugünün okurlarınca, okunmadığı kanısını edindim.

E) Çoğu eski yazarın değil okunmak, adının bile anılmadığını gördüm.

 

13. Sanat eserleri insan içine inmeyip de değişken görünüşlere kendini kaptırdı mı, moda gibi gelip geçer; modası geçmiş giyim kuşam gibi bir kenara atılır. Böyledir bu. Ama, yazar da insan olarak kendini yeni görünüşlerin, gösterişlerin çekiciliğinden bir türlü kurtaramıyor.

Parçadan aşağıdakilerin hangisi çıkarılamaz?

A) Ancak konusu insan olan sanat eserleri, kalıcı olabilir.

B) Sanatçı, kendisini devrinin ilgi çekici konularına yönelmekten alıkoyamaz.

C) Her sanatçı, kalıcı konulan işlemek zorundadır.

D) Kalıcı konuları işlemeyen eserler bir gün unutulur,

E) Güncel, değişken konuları işlemek, sanatçı için çekici olabilir.

 

14. Sanat adamının: “Ben tenkitçi istemiyorum.” demesine inanmayın. Onun istemediği, kızdığı ortaya koyduğu eseri beğenmeyen adamdır. Beğenenin eleştirisini pekâlâ ister.

Bu parçada anlatılan sanatçı için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) Kendi eserlerinin değerli olduğuna inanır.

B) Yanlışlık yapabileceğini kabullenmez.

C) Eserlerinin beğenilmesini ister.

D) Zaman içerisinde sanatını geliştireceğini düşünür.

E) Eleştiriye açık biri değildir.

 

15. O. Wilde konuşmuyor, anlatıyordu; tatlı tatlı, ağır ağır anlatıyordu, sesi bile son derece güzeldi. O, insanları şaşırtmak, eğlendirmek bazen de çileden çıkarmak için başkaları önünde bir gösteriş maskesi takardı. Hiç dinlemez, kendisinin olmayan düşüncelere de pek aldırış etmezdi. Tek başına etrafını sürüklemez olunca gözden silinirdi.

Bu parçaya göre, O. Wilde hakkında aşağıdakilerden hangisi söylenemez?

A) İnsanların kendini dinlemesinden hoşlanan

B) İnsanlara bir şeyler anlatırken gerçek kişiliğini gizleyen

C) Yalnız kendi düşüncelerine değer veren

D) Dinleyenleri etkilemekten zevk alan

E) Anlattıkları ile çevresindeki insanlar için yol gösterici olan

 

CEVAP ANAHTARI

1-E  2-C  3-D  4-A  5-D  6-C  7-D  8-D  9-B  10-C  11-B  12-A  13-C  14-D  15-E