Öne Çıkanlar Pir Sultan Abdal, Alevi-Bektaşi geleneğinde yedi büyük ozandan biri kabul edilir. Pir Sultan Abdal’ın yaşamı etrafında da, diğer birçok halkın sevgilisi olmuş değerler gibi değişik söylenceler oluşmuş, yaşamı gerçek ırasından uzaklaşarak, halkın düşlediği ya da yakıştırdığı şekilde yaygınlaşmıştır. Bazı çalışmalar sonunda, Pir Sultan ya da Pir Sultan Abdal mahlaslarını kullanan altı halk ozanının varlığı ortaya çıkmıştır. Halkın, sevdiği ozanlar etrafında söylenceler yaratması ve kimi kereler de sevdiği şiirleri bu sanatçılara bağlaması tarihsel bir gerçektir. Divan edebiyatının etkisinde kalmadan, sözlü edebiyatın birikimlerinden yararlanarak kendine özgü duru bir dil oluşturmuştur. Şiirlerinde coşkun bir lirizm vardır. Halk Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Köroğlu gibi sanatçıları söylenceleştirip bu değerlere bir yaşam öyküsü yakıştırmıştır. Yakıştırılan bu yaşam öyküsü, aynı zamanda o sanatçının toplum katında nasıl görüldüğünü de yansıtmaktadır. Halka Göre Pir Sultan’ın Yaşamı Pir Sultan’ın öz adı Haydar’mış, Sivas’ın Banaz Köyü’nde doğmuş. Soyu Yemen’e, Hazreti Ali’nin torunlarından İmam Zeynel Abidin’e kadar uzanıyormuş. Haydar yedi yaşına geldiğinde kırda babasının koyunlarını otlatmaya başlamış. Bir gün Yıldız Dağı’nda sürüyü güderken uyuyakalmış. Düşünde ak sakallı bir ihtiyar görmüş. Bir elinde dolu, ötekinde elma tutuyormuş. Haydar ilkin doluyu içmiş, ardından elmaya uzanmış. İhtiyarın avucuna bakmış, parıldayan yeşil bir ben varmış. Karşısındakinin Hacı Bek- taş-ı Veli olduğunu anlamış, hemen sarılıp elini öpmüş. Hacı Bektaş ona “Pir Sultan” adını vermiş, ününün dört bir yana yayılmasını, sazının üstüne saz, sözünün üstüne söz gelmemesini, Âl’ü evlâdın hakkını alması için çalışmasını dilemiş. “Tanrı yardımcın olsun!” demiş. Sonra gözden silinmiş. Pir Sultan’ın ünü gitgide her yana yayılmış. Kendi erenlerin arasına karışmış. Sayılan, sevilen bir pir olmuş. Her Cuma, canlar bölük bölük gelirler, el bağlayıp dâra dururlar, ondan nasip alırlarmış. Kapısında koçlar tığlanır, açlar doyar, çıplaklar giyinip giderlermiş… Hızır Paşa Sivas’la Hafik arasında bulunan Sofular Köyü’ndenmiş. Pir Sultan’ın adını duymuş, Banaz’a gelmiş, ondan nasip almış. İlkin onun azâbı, sonra da müridi olmuş. Yedi yıl kapısında hizmet görmüş. Edep erkân öğrenmiş. Bir gün demiş ki: – Pirim, bana himmet edin de bir makama geçeyim, büyük adam olayım. Pir Sultan elini başına koymuş, düşünmüş, demiş ki: – Hızır, ben sana ruhsat veririm, dua ederim, gider büyük adam olursun, paşa, vezir olursun, ama sonra da gelip beni asarsın! Hızır izin alıp İstanbul’a gitmiş. Padişahın sarayına girmiş. Pir Sultan’ın himmetiyle ilerlemiş, paşa olmuş. Sivas valiliğine verilmiş. Fakat gitgide düşkün olup ikrarını unutmuş. Fakir fukaraya zulmetmeye, haram yemeye başlamış. Namus gözetmez, hak aramaz olmuş. Gel zaman git zaman, günlerden bir gün, Hızır Paşa, kara kaşlı Kör Müftüye bir fetva yazdırmış: “Şah’ın adını anmak yasaktır. Kim ki onun adını ağzına alırsa, dili kesilip öldürülecektir.” Fetva alanlarda okunmuş. Kimse İran Şahı ‘nın adını açıktan anamaz olmuş. Pir Sultan, eski müridinin ettiğini duyunca üzülmüş, kızmış. Fetvaya uymamış. Her gittiği yerde inadına Şah’ı övmüş, Hızır Paşa’yı yermiş. Bunu duyan Hızır Paşa, Pir Sultan’ı Sivas’taki Toprak Kale’ye hapsettirmiş. Fakat içi de rahat etmemiş. Eski pirine kıyamamış, bir süre sonra onu huzuruna getirtmiş. İçinde Şah’ın adı geçmeyen üç şiir söylerse, kendisini bağışlayacağını bildirmiş. Sazını eline vermiş. Pir Sultan birinci demeyi söylemiş. Bu denemede şah’ı anmış. Şiiri dinleyen Hızır Paşa kızmış, Pir Sultan’ı uyarmış: – Pirim, yanlış tezene vuruyorsun, dikkat eyle, iki adımın kaldı, ayağını denk al! Pir Sultan aldırmamış. İkinci, üçüncü demelerinde de yine Şah’ın adını anmış. Çevresindekiler şaşkınlıkla Hızır Paşa’ya bakmışlar. “Bir Kızılbaş parçası seni dinlemedi, yazık olsun senin paşalığına!” demişler. Hızır Paşa’nın tepesi atmış. Öfkeli bir sesle adamlarına bağırmış: -Günah benden gitti, atın şunu içeriye! Yarın sabah asarsınız! Pir Sultan asılırken taşlansın diye Hızır Paşa’dan buyruk çıkmış. Taşlamayanlar cezalandırılacakmış. Bu yüzden herkes eline bir taş alıp atmış. Fakat taşların hiçbiri Pir Sultan’a dokunmuyormuş. Musahibi, tarikat arkadaşı Ali Baba da oradaymış. Taş atmaya bir türlü eli varmıyormuş. Bir gülü gizlice ona doğru fırlatmış. Pir Sultan onu görmüş, pek üzülmüş. Şu demeyi söylemiş: Şu kanlı zâlimin ettiği işler Garip bülbül gibi zâreler beni Yağmur gibi yağar başıma taşlar Dostun bir fiskesi pâreler beni Dar günümde dost düşmanım bell’oldu On derdim var ise şimdi ell’oldu Ecel fermanı boynuma takıldı Gerek asa gerek vuralar beni Pir Sultan Abdal’ım can göğe ağmaz Hak’tan emrolmazsa irahmet yağmaz Şu ellerin taşı hiç bana değmez İlle dostun gülü yaralar beni Pir Sultan bunu söyleyince, “Bu adam hâlâ dilini tutmaz!” demişler, ipi boynuna geçirmişler. Asılışının ertesi günü halk kahvede toplanmış konuşuyormuş. İçlerinden biri demiş ki: – Duydunuz mu? Bu gece Hızır Paşa, Pir Sultan’ı astırmış… Bir başkası hemen karşı çıkmış ona: – Olamaz! Ben onu sabahleyin Koçhisar yolunda, Seyfebeli’nde gördüm. Orada bulunan diğer bir kişi ise Pir Sultan’ı Malatya yolunda, öbürü Yeni Han yolunda, başka biri ise Tavra Boğaz’ında gördüğünü söylemiş. Dinleyenler şaşırmış. Kalkıp birlikte darağacının bulunduğu yere gitmişler. Bakmışlar ki darağacında Pir Sultan’ın hırkası asılı, kendisi ortada yok. Pir Sultan gide gide Horasan’a varmış. Şah’ın katına çıkmış. Oradan da Erdebil’e gitmiş. Erdebil’de ölmüş. Oraya gömülmüş.” Halkımızın gönlündeki Pir Sultan’la onun yaşamına ilişkin efsanevi bilgiler böyledir. Yazılı Kaynaklarda Pir Sultan’ın Yaşamı Yazılı kaynaklardan edindiğimiz bilgilere göre de, XVI. yüzyılda yaşamıştır. Sivas’ın Yıldızeli ilçesinin Çırçır Buçağı’na bağlı Banaz Köyü’nden olup öz adı Haydar’dır. Yaşadığı dönemi, şiirlerindeki kimi tarihsel kişi ve olaylardan anlayabiliyoruz. Yaşamına ilişkin tarih belirlemede yardımcı olan dörtlüklerinden biri, Şah İsmail’in ölümünden sonra yerine geçen büyük oğlu Şah Tahmasp (1524-1576) zamanında Kanuni Sultan Süleyman’ın (1520-1566) İran’a savaş açarak Bağdat ve Basra’yı almasıyla ilgili olanıdır. Bu dörtlük şöyledir: Pir Sultan’ım der ki üçler yediler Kırklar da anda hazır idiler Bağdat’ı Basra’yı verdi dediler Aslı nedir neye verdin Bağdat’ı Bu şiir kesin olmasa da, Pir Sultan’ın yaşadığı yüzyıla ilişkin bir bilgi vermesi bakımından önemlidir. Pir Sultan’ın şiirlerinde geçen ve kendisini astırdığı söylenen Hızır Paşa konusunda da tarihi kaynaklar değişik bilgiler vermektedir. Aynı çağda birden çok Hızır Paşa’nın varlığı da Pir Sultan’ın yaşamına ilişkin gerçek bilgileri öğrenmemizi güçleştirmektedir. Bilenen, Pir Sultan’ın Banaz Köyünden olduğu ve önderlik ettiği bir halk ayaklanması yüzünden Sivas’ta valilik yapan Hızır Paşa tarafından asılmış olmasıdır.