1. Yazar, kişinin kişisel hastalığını incelerse, bir başka deyişle doktor gibi davranırsa bu okur için hiçbir anlam taşımaz. Yazar, toplumun ve toplumun içindeki kişinin çizgisindedir. Topluma ve kişiye gelecek için umut vermek, yaşamayı sevdirmek; bunun için de yaşamındaki iyi ya da kötü koşulları yansıtmakla yükümlüdür. Topluma karşı kişiyi, kendinden ve diğer kişilerden soğutmaya hakkı yoktur.
Parçaya göre aşağıdakilerden hangisi yazarın görevlerinden değildir?
A) İnsanlara, diğer insanları ve yaşamı sevdirmek
B) Toplumun sorunlarını dile getirmek
C) Toplumu oluşturan bireylere gelecekle ilgili umut vermek
D) Belirli kişilerin kişisel sorunlarını ele almak
E) Kendisini toplumdan farklı görmemek
2. Sanat, hele roman sanatı, bilim değildir. Ne var ki bilgiye büyük ölçüde gereksinimi vardır, bilgiden yararlanmak zorundadır. Bilim sanattan yararlanır mı? Bilim, bir olayın sonuçlarına, verilerine bakar, buna göre karşılaştırmalar yapar. Olayın belgelerini inceler. Sonra da bir kanıya varır. Sanat ise bütün bunları beklemeden gözlemciliği, sezgileri, önceki bilgileri ve duygusallığı ile olayların gelişmesini ve nereye varacağını kestirebilir.
Bu parçadan aşağıdaki yargılardan hangisi çıkarılamaz?
A) Sanatın bilgiye ve bilime ihtiyacı vardır.
B) Bilimde, eldeki verilere göre birtakım sonuçlar çıkarılır.
C) Sanatta verilere göre değil, sezgilere ve ön bilgilere göre sonuç çıkarılır.
D) Sanat, bilimden yararlandığı gibi bilim de sanattan yararlanır.
E) Olayların değerlendirilmesinde bilimle sanatın metotları farklıdır.
3. Bir şiiri, gerçekten sevdiğiniz, içinize işleyen bir şiiri okurken bir durursunuz; bir yeri, bir iki dizesi kavrayıvermiştir sizi, benliğinizi aydınlatıvermiştir. Bu şiir sanki sizin için yazılmıştır; kendinize daldığınız, ne olduğunu da bir türlü dile getiremediğiniz bir şeyi söylemiştir ozan; durur da bir daha okursunuz o yeri, o dizeleri. Geçici değildir içinize işlemesi; işlemekle kalmaz, unutamazsınız, sevinçli ya da acılı bir gününüzde, düşler kurduğunuz bir zamanda yalan yanlış dökülüverir o mısralar dudaklarınızdan.
Parçaya göre aşağıdakilerden hangisi yazarın beğendiği şiirlerin özelliklerinden değildir?
A) Yeniden okuma isteği uyandırması
B) Okuru kalıcı biçimde etkilemesi
C) Çekici ve etkileyici olması
D) Okuyanın duygularını dile getirmesi
E) Kişiye yaşama sevinci kazandırması
4. Servet-i Fünûn döneminde roman ve öykü büyük gelişme göstermiştir. Bu gelişme roman ve öykünün tekniğinde, yapısında ortaya çıkar. Bu dönemin sanatçıları, Tanzimat romanındaki olağanüstülükler, abartmalar, gerçeğin çarpıtılması gibi olumsuz niteliklerden kaçınırlar. Servet-i Fünûncular, konuların işlenişi yönünden Tanzimatçılardan ayrılırlar. Roman ve öykü, gerçekçi bir yapıya kavuşturulur. Anlatılanların olabilirliğinden, okuyucu kuşkuya kapılmaz.
Parçada Servet-i Fünûn dönemindeki öykü ve romanla ilgili olarak aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?
A) Tanzimat dönemine göre teknik yönüyle gelişme gösterdiğine
B) Konularda yenilenme ve değişiklik olduğuna
C) Olağanüstü ve gerçeğe aykırı olayların yer almadığına
D) Anlatılanların inandırıcı bir nitelik taşıdığına
E) Konuların ele alınışının Tanzimat döneminden farklı olduğuna
5. Yeni çıkan yayınları takip edenler edebi seviyenin çok düştüğünü söylüyorlar. Bu düşünce her yerde dile getiriliyor; demek ki doğrudur. Gariptir ki son kuşaktan şiiri temsil eden iki üç güçlü şair var. Nesir ise, önceki kuşakların nesrine göre oldukça üstündür, pek çok İsim sayılabilir. Böyle güzel yeteneklerin belirmiş olmasına rağmen her yerde edebi seviyenin düştüğünden söz ediliyor. Önceleri yirmi seneye ancak bir kuşağın şiiri sığabilirken şimdi birbiri ardına neredeyse her gün bir öncekinin iflasını haykıran genç zümreler var.
Bu parçada yazar, aşağıdakilerin hangisinden söz etmemiştir?
A) Çok uzun aralıklarla edebi toplulukların ortaya çıktığından
B) Edebi düzeyin düştüğü yolundaki düşünceye katıldığından
C) Günümüzde, sürekli genç sanatçılar ortaya çıktığından
D) Günümüzde düz yazının şiire göre daha iyi durumda olduğundan
E) Günümüzde başarılı şiir sayısının çok olmadığından
6. Bence radyo oyunları şiirin uzantısıdır; çünkü şiir ne de olsa boyutları kısıtlı bir edebiyat türü. Radyo oyununda biraz daha açılmak mümkün. Hikâye de yazılabilir, her şeyden bir roman da çıkarılabilir. Ben radyo oyununu şiire en uygun tür olarak atıyorum. Radyo oyunu derken skeçleri, bu tanımdan uzakta tutuyorum. Radyo oyunu şiir gibi sesten, imajdan ve mesajdan güç alan bu öğeleri yoğunlaştırdığı oranda şiire yaklaşan bir tür. Bizim masallarımız, hele efsanelerimiz bu türe çok elverişli. O yüzden çok seviyorum radyo oyununu.
Bu parçada yazar, “radyo oyunları” ile ilgili aşağıdakilerin hangisine değinmemiştir?
A) Radyo oyunlarını neden sevdiğine
B) Şiirle ortak yönlerinin olduğuna
C) Bugüne değin çok sayıda oyun yazdığına
D) Kimi halk edebiyatı ürünlerinin bu türe uygulanmaya elverişli olduğuna
E) Skeçleri radyo oyunu saymadığına
7. Edebiyat, yüzyıllarca toplumsal yaşamı yansıtan bir ayna olarak görülmüştür. Bu durum, edebiyatın kullandığı aracın dil olmasından kaynaklanır. Çünkü dil, toplumsal bir kurumdur. Dili kullanarak bir edebiyat ürünü ortaya koyan sanatçı da toplumun bir üyesidir. Davranışlarını, duyuş ve düşünüşünü toplum içindeki yerinden alır. Eserini kendisi için değil, toplumun öteki üyeleri için oluşturur.
Parçada aşağıdakilerden hangisine değinilmemiştir?
A) Edebiyatın, toplumu yansıtan bir araç olarak değerlendirildiğine
B) Dilin toplumsal bir araç olduğuna
C) Toplum içinde yaşayan sanatçının toplumdan etkileneceğine
D) Sanatçının eserini toplum için ortaya koyduğuna
E) Ditin, toplumsal değişimden etkilendiğine
8. Bacon ile Montaigne’in denemeciliği arasında önemli bir ayrım vardır. Bacon’ın denemelerindeki anlatımda, Montaigne’in kendine dönük, görünüşte gelişigüzel söyleşici sesinden daha çok, kişisel olmayan özlü, betimci, nesnel bir ses göze çarpar. Bacon’ın çabası Montaigne gibi kendini anlatmak değil, gözlemlere, deneylere dayanarak insanlığın yaşamına uygulanabilecek, ona yararlı olabilecek bir bilgelik ortaya koymaktır,
Aşağıdakilerden hangisi Bacon’ın denemeciliğinin özelliklerinden değildir?
A) Anlatımın tarafsız olması
B) Sohbet havası taşıması
C) İnsanlara yararlı olmayı amaçlaması
D) Gözlemlere ve deneylere dayanması
E) Kişisel olmamaya özen göstermesi
9. Bir sanatçının kendini büyük görmesine şaşmıyorum; hepimizde vardır o kusur. Bir kusur da sayılmaz, gereklidir; kişi kendine güvenmezse yazar da olamaz, sanatçı da. Hepimiz yaptıklarımızı beğeniriz. Yaptığımızın iyi olmadığını anlayabilmemiz için içimizde biri yapan, biri de eleştiren iki benliğin bulunması gerekir. Yaptıklarımızı beğenelim, ancak “Kuzguna yavrusu güzel gelirmiş.” sözünü de unutmayalım. Yaptıklarımız, yazdıklarımız bizim olduğu için, bize güzel geliyor. Başkaları bizim eksik yönlerimizi daha iyi görebilirler; bunu da düşünelim.
Bu parçadan aşağıdakilerden hangisi çıkarılamaz?
A) Bir yazarın, eserlerini ve kendini beğenmesi doğaldır.
B) Sanatçı her yazdığını mükemmel bulmamalıdır.
C) Kişinin özgüveninin olması sanatçı olmanın koşullarındandır.
D) Bir eseri en iyi değerlendirebilecek kişi o eserin yazarıdır.
E) Sanatçının, yaptıklarını eleştirebilen bir yönü olmalıdır.
10. Öykü de şiir gibi bir duyguyu, bir olayı alıp gösteriverir. Onları gereksiz ayrıntılardan soyar. Roman bütün bir yaşamı gösterir, çevreyi belirtir. Tek kişiyi anlatmakla yetinmez. O kişinin toplumdaki ilişkilerini de aktarır. Öykü öyle değil. Olayların başlangıcını da sonunu da belirtmesi gerekli değil. Bir olayı kısaca anlatması, bir kişinin davranışını, bazen de bir tek sözünü anlatması ona yeter. Ancak bu bir tek davranışla, bir tek sözle bize o kişinin gerçekliğini sezdirecek, bizi onun yaşadığına inandıracak.
Bu parçaya göre öykü için aşağıdakilerden hangisi söylenemez?
A) Romana göre daha az ayrıntı içerir.
B) Kişi sayısı oldukça sınırlı olabilir.
C) Yaşamı bütünüyle kapsamaya çalışmaz.
D) Kahramanın bir davranışından yola çıkılarak okurun ilgisi çekilir.
E) Kahramanlar çevreleri ile birlikte anlatılır.
11. Masal da roman gibi anlatı sanatıdır. Masalda, masalı ilk söyleyen kişi ortada yoktur, masalcı ile dinleyicileri vardır. Anlatanla dinleyicileri arasında bir bellek alışverişi doğar. Masalcı öncelikle belleğine dayanır. Dinleyenler anlatılanları bellekleriyle kapar, sonra da başkalarına, çocuklarına anlatırlar. Belleklerde eksik kalan parçaları er geç bir hatırlayan çıkar. Usta, yetenekli masalcılar, zamanla masalları geniş sözlükleriyle zenginleştirir, biçim olgunluğuna ulaştırırlar. Masalların doğması, tamamlanması bir değil, birçok kişinin katkılarıyla gerçekleşir.
Bu parçadan, masal ile ilgili aşağıdaki yargılardan hangisi çıkarılamaz?
A) Anlatıla anlatıla, kulaktan kulağa yayılır.
B) Anlatılmasında ve kavranmasında hafıza etkilidir.
C) Anlatıcılar, bazı bölümlerini unutup anlatmayabilir.
D) Usta masalcılar geliştirip olgunlaştırabilir.
E) Zaman içerisinde ilk şeklinden tümüyle uzaklaşabilir.
12. Doğa güzelliklerinden bir tat alamıyorum. Güneşin doğması, batması; suların şırıl şırıl ya da gürül gürül akması, dağların, kırların görünüşü güzelmiş; daha nice güzellikler varmış doğada. Ne yalan söyleyeyim biri bile çekmiyor, ilgilendirmiyor beni. Çekse, ilgilendirse bile çok sürmüyor. “Bana ne!” diyorum çabucak. Ben ancak insanoğlunun ortaya koyduğu güzelliklerle ilgilenir, ancak onları severim. Kuşların ötmesini ne yapayım? Çalgı dinlerim.
Böyle düşünen birinin aşağıdakilerden hangisini söylemesi beklenemez?
A) Dağlara, derelere bakmaktansa resim sergilerini gezerim.
B) Bir nehir kenarında biraz oturacak olsam hemen sıkılırım.
C) Benim için insan emeği doğadaki her şeyden daha yücedir.
D) Hiçbir bestekâr, bülbülün nağmelerinden daha güzel besteler yapamaz.
E) Doğayla baş başa olunca huzur bulduğunu söyleyenlere doğrusu şaşıyorum.
13. Yalnız yazmak ihtiyacıyla masa başına hazırlıksız oturduğum görülmemiştir. Masa başına yalnız düz yazı yazmak için otururum; tabii hazırlıklı olarak. Düz yazı yazarken aklıma, önceden yazmayı tasarladıklarımdan başka şeyler de gelirse neşelenir, heyecanlanır, iyi bir günümde olduğumu sanıp artık rahatsız edilmek istemem. Bu yüzden düz yazılarımın hemen hepsini sabahları erken kalkıp yazdım.
Yazar bu parçada aşağıdakilerden hangisine değinmemiştir?
A) Kendisini hazır hissettikten sonra yazmaya başladığına
B) Düz yazılarını günün erken saatlerinde yazdığına
C) Yazarken, tasarladıklarından başka şeyler aklına gelince mutlu olduğuna
D) Kendini yazma işine kaptırdığı anlarda rahatsız edilmek istemediğine
E) Yaşama sevincini yazdıklarına yansıttığına
14. Röportaj, hem canlı hem belgeli hem öğretici hem de bilgilendirici özellikleriyle düz yazı içinde ayrı bir yere sahiptir. Ayrıca estetik kaygı taşıması da dikkate alınırsa onun, öteki edebi türlerden sözgelişi bir romandan, bir öyküden, bir tiyatro eserinden hiç de aşağı kalmadığı görülür. Bir başka deyişle bu tür, anlatım türleri içinde ayrı bir değere sahiptir.
Parçaya göre aşağıdakilerden hangisi röportajın özelliklerinden değildir?
A) Öğretici bilgiler içermesi
B) Kendine özgü niteliklerinin olması
C) Anlatıma bağlı olan diğer türler kadar önemli olması
D) Sanatsal yönünün bulunması
E) En çok ilgi gören edebi tür olması
15. Her epope ya da epik şiir bir tarihsel gerçekten kaynaklanır. Örneğin Homeros’un ünlü epik şiiri İliada’nın çekirdeğini Troya savaşları oluşturur. Ancak bu savaşlar tarihe özgü bir nesnellikle değil, düş gücüyle beslenip zenginleştirilerek anlatılır. Gerçeğe olağanüstülükler, şaşırtma öğeleri katılır. Öyküsel bir yapıları olduğu için hem olay örgüsü hem de kişiler bulunur. Kişiler tarihten alınan gerçek kişiler, tanrılar, tanrıçalar gibi değişik öbeklerde toplanabilir.
Bu parçada epik şiirlerin hangi yönüne değinilmemiştir?
A) Konuların tarihî olaylara dayandırıldığına
B) Farklı niteliklerde kişilerin yer aldığına
C) Gerçek olayların hayâl öğeleri ile zenginleştirildiğine
D) Homeros’un bu tür şiirlerin en önemli ismi olduğuna
E) Öykü türüne ait nitelikler taşıdığına
CEVAP ANAHTARI
1-D 2-D 3-E 4-B 5-A 6-C 7-E 8-B 9-D 10-E 11-E 12-D 13-E 14-E 15-D