Şah ile Geda’nın aşkı üzerine kurgulanan bu hikâye, ilk defa Fars edebiyatında Hilalî tarafından mesnevi tarzında işlenmiştir. Türk edebiyatında Bursalı Rahmî ve Taşlıcalı Yahya Şah u Geda adlı mesnevi yazmışlardır. Bursalı Rahmî’nin geleneksel hikâyeyi değiştirmeden işlediği Şah u Geda, aruzun “fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün” kalıbıyla kaleme alınmıştır. Rahmî’nin eserinde klasik mesnevi tertibine göre, tevhit, münacat, naat, sebeb-i telif bölümlerinden sonra esas konuya geçilir. Bu mesnevinin kahramanları maddî karşılık beklemeyen saf bir aşk anlayışıyla birbirlerine bağlanırlar. Eserin konusu şöyledir:”
Geda, Şah’ın güzelliğine hayran olur ve feryat u figan etmeye başlar. Onun bu hâli halk tarafından kınanır. Ancak Şah, kendi güzelliğini seyretmesi için Geda’ya izin verir. Şah’ın Geda’ya meylettiği haberini alan Rakip, Geda’yı şehrin çocuklarına taşlatır.
Geda da bir mağaraya sığınır. Bu hâlde yaşarken bir gün Şah’ın güvercini başının üstüne konar, o da durumunu anlatan bir mektubu Şah’a iletir. Onun bu hâlinden haberdar olan Şah, halka hitap etme bahanesiyle kendini Geda’ya gösterir. Geda’nın ıstırabı artar ve ah u figan etmeye başlar. Bu durum halkın dedikodularına ve kınamalarına yol açar. Rakip de onu Şah’tan ayırmak için ava götürür. Geda bu sırada perişan bir hâlde yaşar. Şah ava çıktığında Geda’nın dost olduğu bir ceylanın peşinden giderek Geda’nın olduğu yere varır. Şah, duasının kabul olacağını söyleyerek Geda’dan dua ister. Babasının ölümüyle Şah, tahta oturup padişah olur. Geda da Şah’ın yanında bulunur. Bu sırada ülkeye düşmanlar saldırır. Geda’nın duasıyla savaşı kazanırlar. Bunun üzerine Şah, Geda’yı dost edinir ve böylece ömrü boyunca Geda, Şah’ın yanında bulunma imkânı elde eder.
Bu konuda mesnevi kaleme alan Yahya Bey’in eseri, XVI. yüzyıl şairleri içerisinde özel bir öneme sahiptir. Şairlik kudreti, eserlerindeki başarısı bir yana, onu asıl değerli hâle getiren yazdığı mesnevilerin özgünlüğüdür. O, klasik konularda yazdığı mesnevilerine bile bir özgünlük katabilmiştir. Şah u Geda mesnevisi de bunlardandır. Eser, aruzun “fe’ilâtün mefâ’ilün fe’ilün” kalıbıyla yazılmıştır. Yahya Bey, önceki aşk hikâyelerinin Mecnun ve Ferhad gibi kahramanlarının maddî bir karşılık bekleyerek aşk ıstırabı çektiklerini belirterek, mesnevisini bu tür kaygılardan soyutlanmış bir aşk anlayışı üzerine inşa eder. Yahya Bey’in mesnevisinde, klasik hikâyedeki mekân değişmiştir. Olaylar İstanbul’da geçer. Özeti şöyledir:
Geda rüyasında gördüğü bir gence âşık olur. Âşık olduğu bu genci de At Meydanı’nda arkadaşlarıyla gezerken görür. Bundan sonraki süreçte Geda, klasik hikâyede olduğu gibi, âh edip, inler. Onun bu hâline vakıf olanlarca ayıplanır. Et- rafındakilerce bu sevdadan vazgeçmesi için nasihat edilir, tabiplere götürülür. Ama hiçbirisi onun derdine derman olmaz. Günden güne ıstırabı artar. Araya giren fitnelerle Geda aşkını dillendirir. Şah ise buna çok kızar ve Geda’yı affetmez. Bunun üzerine Geda insanlardan uzaklaşarak şehri terk eder. Geda’nın âhıyla hasta olan Şah’a dua eder ve Şah bu duayla iyileşir. Geda, Şah’a kavuşmak için köle kılığına girer. Bu şekilde kendisini satın alan Şah’a yakın olma fırsatı elde etmiş olur. Ama ona kavu- şamamanın verdiği ıstıraplar ile hastalanır. Bu hastalıktan Şah’ın duasıyla kurtulur. Fitneciler onların arasını bozmak için Geda’nın aşk ıstırabıyla kendini öldürdüğünü söylerler. Ama bu yalan sebebiyle iki âşık birbirine daha çok yaklaşır. Ama araya engeller girer ve yine kavuşamazlar. Bunun üzerine Geda feryat u figanına devam eder. Şah, onun bu şekilde kendisini rezil etmesinin önüne geçmek için evinde onun gelişini beklemesini söyler. Bu bekleyiş, uzun sürer. Ama Şah gelmez. Hikâye bu bekleyiş içerisinde sonlanır. Aslında bu bekleyiş sevgilinin âşığı başından savmak için oynadığı bir oyundan ibarettir. Âşık bu oyunla aşağılanmış, en mahrem duygusu olan aşkı üzerinden varlığı örselenmiştir. Mesnevinin sonunda, onun bu hâline uygun olarak, cismanî aşkın gelip geçiciliğinden, asıl aşkınsa ilahî aşk olduğundan bahsedilir.
Mesnevi türü içinde yerli konulara yer vermesi bakımından Şah u Geda, bir dönüşümün ilk örneklerinden sayılır. Olayın mekânı İstanbul’dur. Ayasofya ve At Meydanı tasvirleri o dönem İstanbul’undan ayrıntılar sunar.