Yazı, insanların konuşma dışında duygu ve düşüncelerini anlatabilmek için başvurdukları, belli işaretler ve işaret sistemlerinden meydana gelmiş bir ifade vasıtasıdır. Yazı, insanoğlunun en önemli icatlarından biridir.
Yazının icadı, bir kişi tarafından kısa bir zamanda olmamıştır. Yazı, insan topluluğunun ortak eseridir ve binlerce yıllık bir gelişme sonunda bugünkü şeklini almıştır.
Yazı ihtiyacı, Yontma Taş Çağı insanlarından itibaren başlar. Bu çağda yaşayanlar da, başarılarını dile getirip yaşatmak, dini ya da sosyal ihtiyaçlarını belirtmek, uzaktaki kimselerle haberleşmek gereğini duyuyordu. O zaman için düşünceyi ifadeye en yakın şekil, şüphesiz, resim olacaktı. Nitekim ilk yazılar, ilkel resimlerden başka bir şey değildir, ilk yazıların bazı resimlerden meydana gelmiş olmasına paralel olarak, ilk sayılar da iplere yapılan düğümler, ağaç dallarına vurulan çentikler, taşlara kazılan oyuntularla belirtilmiştir. Bilgi ve ihtiyaç çoğaldıkça eşyayı ve kavramları ifade eden resimlerde de pratikleşme yoluna gidilmiş; bunun sonucu olarak yalnız somut şeyler değil, soyut şeylerin de ifade edilmesine çalışılmıştır.
İlk çağların ilkel yazılarına “resim-yazı” denmektedir. Resim-yazının görülüp geliştiği ilk uluslar Mısırlılar, Sümerler, Asur ve Kaideliler, Çinliler ve bir iddiaya göre de Amerika’daki ilk Kızılderililerdir. Çin, Mısır ve Mezopotamya’daki resim-yazıların tarihi, Milâttan 3000 yıl öncesine kadar uzanmaktadır. Resim-yazı motifinin en tipik örneği Mısır Hiyeroglifi’dir. Hiyeroglifin lügat anlamı, “kazmak suretiyle meydana getirilmiş kutsal yazı”dır. Eski Mısırlılar’da bu yazı, çeşitli yazıtları (kitabeler) ölümsüzleştirmek için başvurulan bir yoldan ibaretti. Önceleri yalnız taşlara kazılan hiyeroglifler, zamanla, tahtalara, eşyaya da uygulanmış; bir süre sonra da boyalarla papirüs yapraklarına çizilmeye başlanmıştır. Hiyerogliflerin, bir çeşit kalem ve boyalarla papirüslere çizilmesi, resimden daha çok şekle kaçan “Hiyeratik” yazısını doğurmuş; bunun daha basitleştirilip pratikleştirilmesinden de “Demotik” yazı meydana çıkmıştır.
Resim ve resim-yazının evrimleşmesi Sümerlerde de “çivi yazısı”na doğru yönelmiştir. Çivi yazısı, ucu sivri özel araçlarla, tabletler üzerine kazılarak meydana getirilen ve ana çizgileri çiviye benzeyen bir yazı sistemiydi. Bunda eşya ve kavramlar birleşik, çivimsi, çizgi gruplarıyla anlatılıyordu. Medlerin, Perslerin ve Hititlerin kullandığı çivi yazısı, hiyeroglifte olduğu gibi hiçbir zaman harf ve alfabe niteliğine ulaşamamıştır.
Resim-yazının geliştirilmiş ilk örneklerini meydana getiren uluslardan biri de, Çinlilerdir. Resimden gelişmiş olan şekil yazısı Çin’de ilk çağlarda son derece evrimleştirilmiş, her kavram için, harf yerine bir şekil tespit edilmişti. Ancak, şurası dikkate değer bir noktadır ki resim-yazıyı o zaman bu dereceye kadar inceltip ilerleten Çinliler; daima bu noktada kalmışlardır. Bu yüzden, vaktiyle zamanının en ileri yazısı olan Çin alfabesi, bugün dünyanın en zor ve nispeten en ilkel yazısı niteliğindedir.
Alfabenin Doğuşu
Resmin yetersizliği nasıl resim-yazıyı; resim-yazının yetersizliği şekil yazısını doğurmuşsa; şekil yazısının yetersizliği de alfabeyi doğurmuştur. Şekil-yazıyı okumaktaki güçlük ve zaman kaybı, insanları doğrudan doğruya sözdeki heceleri ve sesleri ayırt edip bunları değişmez çok kısa işaretlerle değerlendirmeye zorlamış ve bu değerlendirmenin gerçekleştirilebilmesi ile de harfler meydana getirilmiştir. Sesleri ifade eden bu harflerin birleşmesi heceleri; hecelerin birleşmesi de kelimeleri meydana getiriyordu. Böylece, kelimeleri vücuda getiren her sesin, ayrı bir işaretle gösterilmesi sonucunda “Fonetik Yazı-Ses Yazı” doğdu.
Ses-yazı, genel olarak iki şekil göstermektedir:
- Kelimenin her hecesini ayrı bir işaretle belirten fonetik yazı ki; “Hece yazısı” da denir. Yazı türünün en köklü örneği Sanskritçede bulunmaktadır; buna Çin ve Japon yazıları da -belli bir ölçüde- dahildirler.
- Kelimenin her sesini ayrı bir işaretle belirten fonetik yazı ki; buna da “Harf yazısı” ya da kısaca “alfabe” denmektedir.
Bugün, Türklerle birlikte uygar dünyanın büyük çoğunluğunun kullandığı yazı “alfabe yazısı”dır. Alfabe yazısını ilk meydana getirenler Fenikelilerdir. Tahminlere göre, bu ulus, zaman ve kolaylık düşüncesiyle, çeşitli sessizlerden ibaret 22 harflik bir alfabe meydana getirmiştir. Yaklaşık olarak MÖ XX-XV. yüzyıllar arasında düzenlenmiş olan Fenike alfabesi, buradan İyonya’ya, oradan da Yunanistan’a geçti. Yunanlılar, Fenikelilerin sessiz harfler sistemini, sesli harfler de katmak suretiyle, geliştirip kolaylaştırdılar. Bu harflerin ilkinin adı Alfa, ikincisininki Beta idi; bu iki harfin adını yazı sistemine vererek buna “alfabe” adını koydular. Yunanistan’dan Roma’ya geçen alfabe, Romalılar tarafından da işlendi, geliştirildi. Bazı harf şekilleri, Yunanlılarınkinden ayrıldı. Böylece ortaya Latin Alfabesi çıkmış oldu ki, bugünkü alfabe, bunun hemen aynen devamı durumundadır.
Bugün dünyada yüz çeşitten fazla alfabe vardır. Bunlardan Latin alfabesi dışında, en karakteristikleri Çin-Japon yazıları, Arap, Rus, Yunan, İsrail, Ermeni, Habeş alfabeleridir.
Türkler, bugüne kadar çeşitli yazı şekilleri kullanmışlardır. Bunlar sırasıyla Göktürk, Uygur ve Arap alfabeleridir. Türk yazı sanatçıları (hattatlar) yüzyıllar boyunca, birer tablo anlam ve değerinde sayısız sanat eserleri vücuda getirmişlerdir. 1928 yılından itibaren Türkiye’de Latin alfabesinin kullanılmasına başlanmıştır.